“Zarafet
soğuktur” Saito Ryoku
Enneagram’da
Tip 4 mizacı (Özgün/Bireyci/Melankolik benlik) dünyaya olan bakışı duygusal
merkezin zihin bölümünden merkezlenmiş ve doğalarına uygun olarak yatkın
oldukları sanat, edebiyat ve estetik konularında uzmanlıklar
geliştirebilmektedir. Bu mizacın daha net tanınmasına olanak veren edebiyat
eserleri mevcuttur. Bu yazımızda Japon kültürüyle okuyucuyu yakınlaştıran ve
Sandra Maitri nin Enneagramın Spritüel Boyutu kitabında da bahsettiği Japon
Kültürünün Tip 4 lere olan benzerliğinden yola çıkılmıştır. Tip 4 lerin
kendilerini ifade edişlerinde geliştirdikleri önemli yollardan biri özgünlük
arayışıdır. Örüntülerdeki orjinallik, yeni örüntüler oluşturma ve
“denenmemiş” olana dair yatkınlık ve
derinlik arayışıdır. Bu mizaç yapısındaki içsel refleks öncelikle yaygın kabul
edilmiş olana karşı bir içsel tepkinin daima tetikte olması ve geçmişe ait
referanslara olan gizli bir bağlılıktır.
Geçmiş
bu anlamda güçlü bir şekilde estetik ve derinlik için temel merdiven olarak
görülmektedir.
Romantikliği
özlem duyulan bugünde olmayan duyguların, nesnelerin, ilişkilerin gizli bir ön
bilgisini taşımaktadır. Bu nedenle şimdiki an sürekli kıyaslamalar ve
benzetimlerle sınanarak gerçeklik dışına çekilir ve anlatımlarına özgün bir
başlangıç noktası sağlanmış olur.
“Japon
mimarisinin tüm unsurları arasında tuvaletin en estetik mekân olduğu haklı
olarak iddia edilebilir. Yaşamlarındaki her şeyi şiir kılan atalarımız aslında
bir evin temizlikten en uzak yerini eşsiz bir zarafete dönüştürmüş, orayı
doğanın güzelliklerinin birlikteliği ile doldurmuştur. Tuvaleti tamamen kirli
gören ve kibar bir sohbette isminden bile söz etmeyen Batılılara kıyasla çok
daha bilge ve kesinlikle daha zevkliyiz”
Tanizaki’
ye ait Gölgeye Övgü kitabı neredeyse ismiyle bile Işığın yüceltildiği Batı
uygarlığı tarafından kullanılan ışıklandırmaya ve aydınlatmanın en parlak
haliyle nerdeyse karanlık yok edilmek istenircesine meydanlar, caddeler,
sokaklar, evlerin donatılmasına deyim yerindeyse itiraz ediyor. Öbür taraftan
da karanlık taraflarımızı tanımak, eşya üzerinden kağıdın yapısı dokusu,
kullanımı, ışığı emmesi, eşyaların eskimesinin verdiği huzurla kendimizi nasıl
şekillendirdiğimizi anlamak için Tanizaki yol gösteriyor.
“Neden
karanlıkta güzellik arama eğilimi sadece Doğulularda güçlüdür? Batı da
elektriğin, doğalgazın ya da petrolün olmadığı dönemlerden geçti ama yine de
bildiğim kadarıyla Batılılarda gölgeden keyif alma eğilimi hiç olmadı”
Geleneklere
bağlılık 4 lerin özlem duyduğu yapılardandır. Eski bir şekilde gündelik hayatın
içinde hatırlanmalı ya da onu hatırlatacak nesneler aracılığıyla
yaşatılmalıdır. Bu nesneler yapıları nedeniyle kişiyi geçmişin daha duyarlı ve
inceliği ile günün kabalığından uzaklaştıran bir kalkan görevi görür. Gramofon,
plak, eski makineler, siyah-beyaz eski fotoğraflar, porselen, cam takımları,
mektuplar vs. bunlar bir dördün ayrılmaz parçaları olabilir.
Kitapta
Tanizaki şu şekilde sıralıyor: Japon tarzı evler, Japon Tuvaleti, Aydınlatma-Işık,
Japon Kağıdı, Konuşma sanatı, Japon müziği, tiyatrosu ve giysisi…vb.
“Eğer
gramofon ve radyoyu biz icat etseydik bunlar bizim kendi ses ve müziğimizin
özel karakterini özüne çok daha sadık bir şekilde üretirdi. Japon müziği her
şeyin ötesinde bir suskunluk, bir atmosfer müziği. Kaydedilince veya hoparlörde
sesi arttırılınca büyüsünün büyük bir kısmı kayboluyor. Konuşma sanatında da
yumuşak bir ses, tefriti tercih ediyoruz. En önemlisi de duraklamalar. Ancak
gramofon ve radyo bu sessizlik anlarının tamamen cansız kılıyor”
4
lerin çokça kullandığı bazı sözcük öbeklerine de bolca rastlamak mümkün oluyor
kitapta.
Sıcaklık
hissi, sükunet, huzur, yumuşaklık, loş ışık, estetik, ılımlı olan, zarafet, sevmek,
mum ışığı, şamdan, vernik, derinlik, karanlık, güzellik, gizem, bakmak, sessizlik,
hüzünlü, kırılgan, narin, keyif almak, hassaslık, girinti, sarı akşam ışığı,
dolunay…
Bu
sözcükler her yapıtta kullanılma potansiyeli vardır, fakat bir 4 mizacı tarafından
kullanılırken odak atmosfere ve aşağıdaki yapılara benzer şekilde bir araya
gelmesi daha muhtemeldir.
“İyi
aydınlatılmış evinde oturan modern insanın altının güzelliğinden haberi yoktur,
ancak geçmişin karanlık evlerinde yaşayanlar onun güzelliği ile büyülenmekle
kalmamış aynı zamanda onun pratik değerinin de farkında varmışlardır; çünkü
altın bu loş odalarda bir yansıtıcı görevi görmüştür.”
“Porselen
üretiminde büyük ilerleme kaydedildi. Bunun bizim ulusal karakterimizle bir
ilgisi olduğu kesin. Parlayan hiçbir şeyi sevmiyor değiliz ancak hafif bir
parlaklıktaki dalgın ışıltıyı, doğal taşlarda da yapay taşlarda da bize zamanın
geçişini hatırlatan ve bunun parıltısını taşıyan loş bir ışığı tercih
ediyoruz.”
“Batılı
gümüş, çelik ve nikel yemek takımı kullanır ve bunları iyice parlatır ancak biz
böyle parıl parıl parlayan şeylerden nefret ederiz. Bazen çaydanlık, sürahi ve
sake bardağında gümüş kullansak da bunu parlatmamayı tercih ederiz.”
Bir
taraftan da denge arayışı zıtlar arasında bir salınımdan sonra arzulanan bir
yapıdır. Keskin aydınlatmalardan, karanlığın koyu tonlarına kadar çekilmek ve
karanlığı gölge üzerinden kapladığı alanları ona geri vermek yazar için bir
tercihtir. Sanki Batı Uygarlığının Japon Kültürüyle olan etkileşimin yarattığı
kaybı okumaktayız kitabın bir çok yerinde. Dört mizacının kendisinde
odaklandığı bir diğer önemli yapılardan biri de “Kayıp”lardır. Bir daha
ulaşılamayacak olana, uzaklığına hüzünlü bir şarkı söylenerek uğurlama sürekli
geciktirilir.
“Bütün bunları yazmamın sebebi, muhtemelen edebiyatta
ve sanatta, hala kurtarılacak bir şey olduğunu düşünüyor olmam. En azından
edebiyat için kaybettiğimiz bu gölgeler dünyasını tekrar hatırlatmak isterim.
Edebiyat denen kutsal yerin saçaklarını kalın ve böylece duvarlarını gölgeli yapıp
apaçık gözüken şeyleri gölgeye saklamak, gereksiz süslemeleri ise söküp atmak
istiyorum. Bu her yerde yapılsın demiyorum ama en azından biri böyle olsa
yeter. Nasıl olurdu acaba, ışıkları söndürüp onlar olmadan etrafın neye
benzediğini görmek…”
Duygu
merkezinin işleyişinde önemli bir faktör atmosferdir. Yani çevreden aldığı
izlenimlerin kendisini hangi biçimde uyardığına dikkat odaklanmıştır. Bu
nedenle dünyayı güzellik ve hoşlukla tanımlaması muhtemeldir. Bu eğiliminden
dolayı beklentisini buraya çevirmiştir. Çok doğaldır ki ortamın nasıl olduğu,
neler çağrıştırdığı, hissettirdiği, o ortamın içindeki konumu, huzuru,
rahatsızlığı kendisini çok ilgilendirmektedir. Bundan dolayı da mesafeli ve
dikkatli bir soğuklukla kendini tutma eğilimi gösterebilir.
Batının
bilimle yapmak istediği “Bilmeye dair” aşırı aydınlatma ile bir odadaki tüm
karanlık köşeleri yok etmesine bir itiraz vardır Doğu dilinde. Çünkü karanlığa
(bilinmeyeni, belki de bilinemez olanı) dışarıdan bu şekilde müdahale ederek bilinmeyeni
görünür kılamazsınız. O size kendi bütünlüğü içinde görünecektir. Aydınlık
Karanlıkla olan bir bütünlük içinden. Tek taraflı her yaklaşıma takınılan tutum
gibi mesafeli bir Zarafet kendini soğuklukla ifade edecektir. İçindeki ısıyı
sızdırmadan. Bu o ısının olmadığı
anlamına gelmez. Sadece Doğunun Japon dilinde kendine ait özgünlüğünü dile getirir.
Cemil YÜKSEL